TeknoSufi

"IKI KAPILI BIR HANDAYIM"

Sunday, June 10, 2007

Kuş İkindilerinin Şairi: Doğan Ergül

Şair Salih Aydemir İçin,


"Onun her şeyi, en yakınındaki canı, kalemi, şairi, kardeşiydi Salih, sevgili Sur,şimdi sence en çok kim yalnız kaldı? Doğan mı, Salih mi?.."
(jm'nin geçen pazar günü yazdığı mektubundan) , jm'nin o belalı sorularından dedim işte kendi kendime, biliyorum bir tuzak sorudur, ben'in psikolojik gözlemi açısından önemserim bu gibi soruları, yalnızlığı tarif etmenin yeri yok bu soruda. Geçen sene yine "Cey Sanat" dergisinde Enis Batur'un bu haleti ruhiyeyi yansıtan bir dokunaklı, çok güzel bir yazısı vardı, aranızdan okuyanlar olmuştur sanırım. Yazının başlığı "Sam'ın Kaşığı" idi. Samuel Becektt ve Ressam Arikha arasındaki dostluğu anlatıyordu Enis Bey ve o dostluktan geriye kalan bir nesnenin Ressam Arikha tarafından sonsuzlaştırdığının öyküsü idi: basit, sıradan bir kaşık! Beckett öldükten sonra Ressamın yalnızlığı ve bir kaşık! ( Arikha'nın evindeki sofralarda Beckett sürekli o kaşığı kullanırmış).
Nesne durumu, " Tablonun üstündeki kaşık, ancak Beckett'e içten, sahici bir sevgiyle bağlanmış birinin ayrılabileceği özellikte bir nesne" diyor Enis Batur.
Sahici felsefe , der Schopenhauer, özellikle dünya nereden geliyor, nereye gidiyor, niçin var gibi klasik soruları sormayan felsefedir. Yalnız şunu sorar: Dünya nedir ki?
Şimdi yukarıdaki soruya dönersem, ne demeliydim jm'ye? a- ben birdir, b- ben çoktur, c- bu yüzden ben birliği çokluğudur( sentez).
Bütün bunlar ancak ve ancak insan söz konusu ise doğrudur.
Önemli olan "hangi birliğin çokluğu, hangi çokluğun birliği sorusudur".
Somut ve de oldukça "kederli" bir durum.

3-4 sene önce borges defternin kurulduğu o ilk evrelerinde "Siyanur Kuşak" tanımlaması yapmıştım Doğan için.O günlerde Doğan Ergül üç gün - beş gün şiir yazmadığında ona:"asi atlarının çığlığını, şiirini özledim can kardeşim" diye kısa bir mesaj atardım, ardından hemen sesime ses verirdi, yeni enfes bir şiirle üstelik, düşünüyordum benim bu öznel geleneğim onun gidşiyle son buldu. Şimdi dönüp geriye baktığımda ve Doğan'ın şiirlerini okudukça ne denli "sıkı bir şair" diye içimden devrana sitem ediyorum. Siyanur Kuşak tanımını ilk Özge Dirik ardından onun için yapmıştım.

Doğan, ah ... Şair,

Doğan'ı ve elim gidişini bir türlü kafadan atamadım.
Kendi bilincine varmış, araştırdığı nesneler üzerinde refleksiyon yapabilen ve onu genişletebilen bir içgüdüden söz etmiştim kendisine bir mektubumda.
İçgüdü sempatidir, yaşamın anlamı için yönelmiş bir "durum", fazla zeki, zeka sahibi olmak önemli bir konu değil benim için, en azından abartılacak bir mesele değil. Çünkü söylediğim gibi zeka cansız maddenin anlamı içine yönelik bir yetidir. Mutlak bilgi dediğimiz felsefi bir terim olan intuition ise mutlak bilgiye varan sempatik bir iletişimdir. Bu özelliğiyle içgüdü ve zekanın sınırlarını bir anda aşıp Yaşam'ın alanına dalar.
Jm onun için "son birkaç sene zarfında duyduğum, okuduğum en sahici seslerden birisidir" demişti. Anılar(Doğan'la bizimkisi sadece geriye kalan yazışmalar- şiirleridir ve o paylaşımlardır) bilince dönerken her zaman duyusal algılama ve impulslarla beraber, yüzeyde, derinde, mekanda, her anda, anıda onu anacağız.


28 Nisan 2005 tarihinde, gece yarsı
saat: 01:04 / defter arşivine doğru uçurduğu şiir güvercinin gerdanlığından bakın hangi şiiri çıkmıştı, okuyalım:

south amerika

sislerin dağıldığı çobanıl gecede
uyanıp beyazını öptüğüm zambağın
ıslak yolunun kokusunda bir geyik
zamanına geç kaldığım ünlem
omzunun telaşına sürdüğüm sıcaklık
teninde yandıkça koyulduğum dağ için
bu şehir yitirilmiş dünyalar taşır
senin kırmızılığın büsbütün büyüsün diye
yamaçlardan aşağı
yerini değiştirmiş bir öğleni yontuyordu zaman
bir çocuğun ellerinin büyümesi gibi
köpüklü göğün aktığı düzlükte
bulunmuş bir ilkgençlik ağrısı
yürüyüşlerde uçarı denge o
sularını kaybeden nehirlerin
mağaralar bulması kendine
düştüm uçuruma
aynalardan ve güzden
bir sarının elinden tutarak aşkla
zehirli sularında kamaştım
kuytun ağzını açmıştı
yutmak için ağzımı
kadife bir sesti ah’ın ve
teslim olmuştu şehir
boşalttım içine kuş ikindilerini
sönmüş göziçlerini... dokundukça
deliren uçlarına senin.

Doğan Ergül

Bazı düşünce, felsefi yönelimlerde hep düaliteler söz konusudur.
Bunların "süre"ye ilişkin olarak 1-mekan alanı, 2- süre alanı, 3- "bellek"e ilişkin olarak da
I-aksiyon alanı, II- düş alanı olduğunu okuduk, öğrendik.
Geriye, bu "ikiliklerin" nasıl ortadan kaldırılabileceğ i yada hiç olmazsa, birbirine karşıt alanlar arasında nasıl sağlam bir süreklilik ilişkisinin kurulabileceğ ini göstermek kalıyor.
Doğan Ergül'de işte biçim ve düşünce yönetimi alanında nedenli derinleştiğini görüyoruz.
Onun şiirini durduk yerde bunca sevmiyorum.. bir nedeni var..
Unutmayacağım Seni
Dost Sesini,
Asi Atlarını,

ey şair, nasılsa "şöyle veya böyle" buluşacağız seninle,
ilk Seni ve Hür'ü soracağım, o kapıdan girince.

Selam,
Muhabbetle,
Hu.

Sufi.